Thursday, December 01, 2011

Haruki Murakami'yi neden seviyorum;



Her ne kadar son bir kaç senedir, kitap okuma süremde çok belirgin bir azalma olsa da Murakami’ye olan aşkım bambaşka. Japon yazar ve çevirmen Haruki Murakami’yle ne zaman tanıştığımı tahmin etmeye çalışırken, almış oldum türkçeye çevrilmiş ilk kitabına bakmanın iyi bir fikir olduğunu düşündüm (Çünkü eskiden aldığım kitaplara tarih atma alışkanlığım vardı, evet artık yok). 
Açıkçası ben Murakami'yi okurken çevremdeki herşeyden kendimi soyutlamayı çok seviyorum; çünkü onun dünyasını - onun Tokyo'sunda gezerken, Calcutec'leri arasında kaybolurken, Kafka'yla birlikte kaçarken ve Toru'yla birlikte ararken dünyanın en şanslı ve en mutlu kişisi olduğumu düşünmekten kendimi alamıyorum. 
Nihal Önol’un Fransızca'dan çevirmiş olduğu orjinal adı "Necimaki-dori kuronikuru" olan “Zemberekkuşu’nun Güncesi”yle 2006 yılında tanışmışım. Bağdat Caddesindeki kitap evlerini arşınlarken üzerinde renkli bir kuş olan kitap görmüş ve almıştım - kitapların kapaklarına bakıp alma alışkanlığı annemden geçmiş olabilir… Sanırım Mart, Nisan aylarından birinde aldığım kitabı yazın okumaya başlamıştım… Hatırladığım kadarıyla Toru Okada’nın esrarengiz arayışı, karısının kaybolan kedisi “Uskumru”yla başlıyor. Bambaşka gerçeklikler arasında geçen bu serüven, Uskumru'yu ararken karısının da ortadan yok olmasıyla devam eder... Kırmızı şapkalı medyum, Toru'yu himayesine alan gizemli kadın, arada bir Toru'ya arkadaşlık eden kız, medyum kadının kız kardeşi, kediler, kuyular, banklar, karanlık odalar ve hergün öten zemberekkuşu.... 
Zemberekkuşu'nu bitirdikten sonra tabii ki kendimi Robinson'a attım ve Haruki Muraka'minin ingilizceye çevrilen kitaplarına daldım - ki ne daldım... Ardından; Kafka on the Shore, Norwegian Wood, After Dark adlı kitaplarını okudum ve şimdi de Hard-Boiled Wonderland and the End of the World'u okuyorum... Sıradaysa diğer bütün kitapları var, ingilizce'ye Jay Rubin tarafından çevrilmiş 1Q84'ü de en kısa zamanda almak istiyor muyum. Eveeet! 

Siz de Murakami'yle ilgili The Paris Review ve The Guardian'daki  yazıları okumak isterseniz, aşağıdaki linklere bakabilirsiniz. 

Sevgiler,
Miray



No comments: