Saturday, July 29, 2006

Ikimono-Gakari - - Hanabi

Aslında yazacaklarım başlıkla pek alakalı değil ya neyse, başlığım izlediğim şahane anime serisinin "theme song"larından biri, ben çok sevdim sizde sevebilirsiniz.
Sımsıcak bir İstanbul yaşayanları bunaltıyor, Güney Afrikaya gitmeye zorluyor :).
Neyse dün annem "Haydi, yarın piyer lotiye şu yarışı izlemeye gidelim?!"diye bir düşünce öne sürdü. Ben yine mıymıylığımı yaptım tabi. Sabah aradı, hazırlanmamı söledi, nafile ben uyumuşum hı hı dedikten sonra. Yeniden telefon çaldığında canıım rüyalarımdan kalktım :P. Aşşağıda biraz beklettikten sonra inebildim, ehe arabada makyaj seanslarımdan bir tanesini daha bitirdikten sonra sıcağın ve kendine gelememenin somurtkanlığıma büyük etkisi vardı. Biz ki hiç bir zaman bir yere gidip saatlerce oturamayan insanlarız; tabii ki, bunaltırcasına olan bu güzel İstanbul yaz gününde yine aynı şeyi yaşadık. Önce kendimizi bir Haliç Köprü'sünün dibinde kayık cafesinde bulduk, oradan işte birşeyler izlemeye çalıştık, çılgın pilot amcanın küçük uçağıyla akrobasi gösterisini. Öğrendik ki asıl yarış bir saat sonra başlayacak, biz biraz ileriye gidelim dedik, Rahmi Koç müzesinin oralarda yurdum insanı kaynayan bir parkta buluverdik kendimizi, Ahmet Çekirdekyiyengiller ile yarışın ilk bölümlerini izledi, pek bişiy gördük denemez, çünkü geride kalıyorduk, orayı da beğenmeyince daha bir ileri gidelim dedik. Allahtan yanımızda kamp taburelerimiz vardı. İşte üçüncü ve son durağımız olan bir tepede yine yurdum insanı ile birlikte izleme çabaları içine girdik şahane yarışı. Aslında pilot amcalar çok yetenekliler, adrenalinlerinin de etkisiyle bizlerden çok eğlenmişlerdir eminim. :)
İşin acı tarafı, yane hoş güzel enteresan birşey izlemeye giden yurdum insanı yine piknik modundaydı, piknik modunu bıraktım, kayık kafe dışında gittiğimiz çimenliğimisi her yer bir nevi çöplük olmuştu... Yazık gerçekten.
Haydi sağlıcakla kalın...

Friday, July 28, 2006

Moshi moshi

Biraz kendime itiraf edeyim, beni tanıyanlar bilir hiç pot kırma alışkanlığım yoktur mesela(!!!), asla dalgın bir insan değilimdir(!!!), şapşallık mı (?!) o da ne?

Neyse bu aralar kendimi çok fazla dizi hatayına kaptırdım, sürekli bir seriyi izliyorum. Hatta birileri de bildğiniz gibi takıntılı beni animeye sardı. Zaten çok severim film izlemeyi de.

Aslında bu takıntı Gilmore Girls ile başladı, ilk başta aman ne sıkıcı itibarını verdiysede Stars Hallow'u tanıyınca bir başka tad almaya başladım. Hergün cnbc-e eski bölümleri veriyor, bir de ben de olanlar var. Bir gün bendekileri izlerken baktım tivide G.G. saati, gittim açtım reklamlardaydı, dizi yeniden başlayınca algıda kopukluk yaşadım ve bir an kendi kendime dedim demin başka bir sahneydi ne oluyoruz. Daha sonraki günlerde over G.G.'den dolayı dışarı çıktığımda kendimi ilk olarak kahve almaya şartladığımı fark ettim. Yane kahve manyaklığım var, o apayrı bir konu ama, bu kadar değildir. Bütün gün hatta 2 3 gün içmesem aramam yane deli gibi yi pek diyemem de aslında :) . Hadi G.G. en azından biraz realistik, yane insanlar gerçek, e anime tabii bu durumda çoşturuyor. Anime maceramda birilerinin bana "raatsız etme anime izliyorum"larıyla başladı. Yane fox kids de Shaman King var, aynı bölümleri tekrarlasalar bile izliyorum. Eh Candy ile de büyüdük, hatta Sailor Moon da var. Sonra dediler ki youtube 'dan izleyebilirsin (e bana bu sölenmez di mi ama). Bleach diye bir anime. Hadii ilk bölümü izledik, ingilizce alt yazı takip etmekten imanımız gevremeye başladı, insan devamını merak ediyor di mi ama! İkiydi üçtü dörttü beşti derken baya bir bölümü üst üste izleyip havayı aydınlattım. Asıl maceralarım ileriki bölümlerde gerçekleşti. Koniçiva, sayanora olan Japonca hazneme bayaa bir kelime eklendi (takriben on tane daha). Ama tabi anında loading olduğu için istesen bütün seriyi bitirebilirsin. Ben o kadar abartmiim dedim, maksimum 12 bölüm yok yok 15 bölüm izledim. Zaten olanlar da o zaman oldu, kulağın o kadar alışıyor ki Japonca duymaya belli bir zaman sonra masa toplar buldum kendimi, bir şey eksik nedir bulamadım masa toplarken, ve bir 30 saniyeden sonra alt yazılar dank etti. (Uykusuz bir günün ardından gittiğimiz İspanyol filmi vardi yarı İngilizce yarı İspanyolca onda da dil geçişlerini yakalayamıyordum yorgunluktan) Dün gece de bilmemkaç bölüm izledikten sonra yattım uyudum. Hayatımın en büyük şokunu yaşadım kalkınca, saçma sapan rüya görmüşümdür, ama ne diyeyim ilk defa anime rüya gördüm, hem de japonca.

Arigato :)

Saturday, July 22, 2006

Everything happens for a reason...

Friday, July 21, 2006

iyiki varsın

Bugün annanemin doğum günü, kendisi gün itibariyle 78 yaşına basmış bulunuyor. İyiki varsın annane diyorum...Bilenler bilir annaneme olan düşkünlüğümü, annemin yeri apayrı olsa bile, annanem işte o. Mümücel'im, herşeyim, bugüne kadar beni büyüten, bir çok şeyi öğreten, küçükken dedem ve dayımla beni kamplara götüren, yazlıkta arkamdan tabakla gelip bana mama yediren, ilk okulda okumumamı teşvik eden mükemmel öğretmen, hala geceleri sırtım kaşınıyor dediğimde bütün yorgunluğuna rağmen beni kırmadan sırtımı kaşıyan, dır dır dır diye arada herşeyime karışan, birbirimize kızıp ay anane git biraz yalnız kalayım dedikten yirmi dakika sonra elinde soyduğu meyvelerle gönlümü alan, tam dışarı çıkarken üstün olmamış git bu ütüsüz değiştir bakiim diye beni odama gönderen, ayağına topuklu giy biraz artık diye bana söyelenen ve daha hergün birçok şeyi yaşadığım, hatta en önemlisi annemi dünyaya getiren mükemmel insan.

Geçimşinde hüznü mutluluğu açıkçası herşeyi tümüyle yaşamışlığında verdiği o olgunlukla bugün bile neşe dolu, hiç bir zaman gülümsemesi eksikolmayan, yaşadığı sağlık problemlerini bile kimseye göstermeme çabası içinde yarınları düşünüyor. Canımız sıkıldımı herşeyi bırakıp sokağa çıkarız, yürürüz, sinemaya gideriz, eğer evde yemek yapmaya üşenirse ya beni dışarı çıkarır ya da "Miray, şu internetten yemek söleyelim" der. Eve misafirimiz gelecekse bir anda bana binlerce şey söylemeye başlar ve evi toplarız tabii ki... Evde olduğum günlerde her sabah birlikte kahve içer fal kapatırız. Arada - gün aşırı da denebilir - nenem (annanemin ablası olur ve evet 86 yaşında) de gelir, beraber iskambil oynarız saatlerce.

İki sene önce yeniden geldi İstanbul'a, eskiden Ankara'da yaşardı tabii biz de bütün tatillerde Ankara'ya yollardık kendimizi.... Artık Ankara'ya gidecek pek nedenim de yok yane... Benim annaneme taşınmam, onun İstanbul'a gelmesinden daha uzun sürdü. Hehehe bugün bile bizim evden bir iki parça eşyamı getirdim, iki senedir bütün odayı getiremedim ya e pes bana artık.

Annane sen buraya taşınmasaydın ne olurdu kim bilir, ya da ben bu seneyi nasıl geçirirdim....
Bugüne kadar inanılmaz enerjinle bana ve hayatıma o kadar çok şey kattın ki anlatamam, sen bunları okuyamasanda herşeyi biliyorsun zaten....
İyiki varsın....

pro/contra tatil

Pro Tatil: yapmak istediğin herşeyi yapma imkani diye nitelendirebiliriz aslında kısaca ama
  • gezilecek bir çok yer var aslında (kültür dolu bir şehir)
  • okunmamış kitapları bitirebilme
  • izlenmemiş filmleri izleme şansı
  • sea - sun - fun üçlüsü de var tabii
  • odayı toplama imkanı (ki bu pek pro sayılmıyabilir aslında)
  • resim yapabilme yeteneğimi yeniden kazanma çabaları... (başaracağım)
  • şuradan anime izlemek istediğin zaman yeterince boş vakit (bkz: bleach - tamam bugün öğrendim bu anime serisini, deli gibi de izledim ve beğendim)
  • internette deli gibi vakit öldürsen bile bi zararı yok çünkü tatildesin
  • tiyatro desem ııh sezon bitti yane olmaz artık
  • bir çok festival vardı onlara gitme şansı
Contra Tatil:
  • bomboşsun yapacak hiçbirşeyin yok git zaman öldür diye düşünmen yüzünden hiçbir şey yapmamışsın
  • arkadaşlarının ya çalışıyor ya da staj yapıyor olmasından dolayı pek fazla vakit geçirememeniz
  • tatil ruhuh sana verdiği o mayışıklık yüzüden bütün dengelerinin sarsılmış olması
  • sabah yerine akşamın bilmem kaçında kalkıyor olmanın verdiği sersemsepetlik
  • iş bulup çalışmak istemene rağmen sevgili ülkemizde part-time/dönemsel çalışmanın yayğın olmamasından dolayı pek birşey yapamaman
  • yazlık yaş ortalaması 75 üzeri olduğu için gitmeyi istesen bile, nedense bir türlü içinden gelememesi
Yani aslında yapmam gereken o kadar çok şey var ki, şu tatil dönemimde. Ama bir türlü hiç birşeye başlıyamıyorum. Sevgili arkadaşım annesine bir telefonla kendisine staj bulurken, beni canlarından çok seven ailem kılını bile kıpırdatmıyor, tesadüfen benim aaa bak tanıdıkmış burası diye annatığım bir şirket, "hııı biliyorum" diye karşılanıyor, "e neden söylemedin" soruma ise "aklıma gelmedi" yanıtını almam da cabası.
Bunların yanında izlediğin filmlerin verdiği huzur, en azından dertleri tasaları o anlarda beyninden uzaklaştırması, biraz iyi. Sen şu / bu gibi sitelerden bulduğun dizi ve filmerle yetinirken bazı sevimli insanlar ah bak şunu da izle dedikleri anda benim listeme binlerce daha dizi/film/anime ekleniyor. Ayriyeten beni bir de animeye sardıran zihniyetlere çok ve çok müteşekkirim. Bütün gün evde oturup izledim sayelerinde, çok da sevdim hane.
Neyse işte günler birbirini kovalarken ben de bir şekilde ayak uydurma, yaşama çabası içinde gidip geliyorum. Bakalım tatilin ilerki günleri neler getirecek bana merakla bekliyorum.

p.s: I need a miracle....

Wednesday, July 19, 2006

quote

"I speak for those children who cannot speak for themselves, children who have absolutely nothing but their courage and their smiles, their wits and their dreams."
Audrey Hepburn

Tuesday, July 18, 2006

13 cidden sorunlu rakam, ya da ben!!!

Hiçbir şeyle uğraşmayan deli ben, kendimi dizilere ve kitaplara verdim. Yarım kalan kitaplar bitirilmek istiyor, yeni başlayıpta bitirdiklerimin yanında durunca kendimi biraz yarım kalan kitaplara ihanet eder gibi hissediyorum. Neyse işte bunlar bir yana, mükemmel hızlı internetimle çılgın çılgın "summer season" dizileri indirmeye başladım PSYCH ve de Kyle XY , ayriyeten izlemediğim eski dizilerin ilk sezonlarından itibaren çekmeye başladım (insan başlayınca duramıyor). Charmed da bu dizilerden bir tanesi, aslında diziyi izlemeye başlamam Almanca bilmediğim dönemlere rastlar, ortaokul zamanımda olmayan Almancam'la RTL'de ki bilimum çizgi filmleri (evet evet şu anda tam bir fox kids bağımlısıyım) ve de işte Charmed, Hercules, Xena gibi dizileri, hatta reklamları bile izlememle başlar (annem der ki çocukken kesinlikle reklamlarda kanal değiştirtmezmişim). Charmed birinci sezon ilk on bölümü indirdikten sonra son 12 bölüme geldi, şu son 2 3 gündür, 12. bölümü de izledikten sonra takıldım kaldım. Bütün sezonu download ettim lakin amma velakin 13.ü Bölüm hala gelmemiş durumda. Buyüzden dolayı ben diğer bölümleri izlememek için inat etmiş haldeyim nedense :P. Bağtıl inancım olsaydı, izlemezdim belki de bu 13.ü Bölüm'ü, hem Charmed gibi "wicca" dolu bir dizi, hem de 13.ü bölüm yane. Neyse elbet 13. Bölüm'ü de izleyeceğim.
bitti.

Saturday, July 15, 2006

:)


Ariel

Stasis in darkness.
Then the substanceless blue
Pour of tor and distances.

God's lioness,
How one we grow,
Pivot of heels and knees! ---The furrow

Splits and passes, sister to
The brown arc
Of the neck I cannot catch,

Nigger-eye
Berries cast dark
Hooks ---

Black sweet blood mouthfuls,
Shadows.
Something else

Hauls me through air ---
Thighs, hair;
Flakes from my heels.

White
Godiva, I unpeel ---
Dead hands, dead stringencies.

And now I
Foam to wheat, a glitter of seas.
The child's cry

Melts in the wall.
And I
Am the arrow,

The dew that flies,
Suicidal, at one with the drive
Into the red

Eye, the cauldron of morning.

Sylvia Plath

jazz

Kafamı toparlayıp birşeyler yazmayı düşünmekten sıkıntı geldi vallahi, o yüzden artık spontane bir şekilde yazmaya karar verdim, ahaha duyan da doğumumdan beri yazıyorum sanar. Neyse bir çok şekilde hayatıma yön verme çabaları içinde ben bocalarken, tahmin etmediğim yerler bir nebze de olsa yine tanıdık çıkıyor. Alışmak lazım buna.
Geçen haftamı Jazz Fest'e adadım desem tabiki hafiften yalan olacak, üşengeçlikten dolayı anca 2 konsere gidebildim, meğersem hadi gidelim eğleniriz işte, hem de kültürümüz artar diye düşünerek gittiğimiz ilk konser çok ünlü jazzcıların konseriymiş. Bilmeden gitmemize ragmen gerçekten de çok eğlendik konser boyunca, üzücü olan ise ilk grup sahne aldıktan sonra önlerde oturan konser gurularının ikinci grup her şarkı bitirmesinde öbek öbek gitmeleriydi. Neyse ikinci gittiğimiz konser malum Cocorosie konseri idi. Muheteşem kardeşler, kendileri de deli gibi eğlerek bizlere nefis mi nefis şeker mi şeker bir konser izlettirdiler.
Eğlenceli konser hayatım dışında uzun zamandır görmediğim arkadaşlarımla görüştüm. Geçmişi yadettik, hihihi.
minikstar
mir.

Saturday, July 08, 2006

what a wonderful istanbul...

Sınavdan sonra pek fazla yapacak bir işim olmadığnı anladım, yane sınavdan önce sözde her gün test çözmem bahanesi vardı, en azından yapacak bir şeydi yane, her ne kadar istem dışı birşey olsa bile. Neyse artık yapacak bir işim olmadığı için, İstanbul'u gezmeye başladım. Eğlenceli olmuyor değil, geçen gün Nişantaşı'nı gezdik, ordan Tophane'ye kadar bir yerlerden yürüdük(bildiğimiz yerler olsa bile, yine de turist gibi yolun ortasında durup fotograf çektik), çok yorulduk tabii, alışık olmayan bünyemiz var böyle çinliler gibi yürümeye... Kendimizi sanat gurusu hissettiğimiz için bir de İstanbul Modern'e uğrayalım dedik, Fahrelnissa Zeid ve Nejad Devrim'in, ana oğul, iki kuşak resim sergisi vardı, soyut sevenlere duyrulur... Orada da ana sergiyi gezdikten sonra, kendimizi nedense yorgun hissedip deniz gören bir yere oturup boş boş baktık, kafamızı dinlendirdik... Dönmek için vapura binerken, bir anda herşey değişti ve biz kendimizi İstiklal'de bulduk, yorgun argın orada da sağa sola baka baka yürüdük ve sonra da eve döndük. Sanırım japon turist olma sevdam haftaya da devam edecek, ne kadar hoş di mi ....

turist minik